İran da, eski Pers lerin, Şahların ülkesini keşfetmek için çıktık yola… Mollalarıyla Kum şehrinde biraz ürküp gerçekten söylendiği kadar katı İslam ülkesinde olduğumuzu hissettik, Abyaneh da sessiz olmasına rağmen yaşamı gördük, Kaşan da Fin bahçelerinde yaşanan ihtişamı gezdik. Yezd de dünyanın en büyük kerpiç şehrinde kendimizi ortaçağ film stüdyosunda bulduk, İsfahan da İslam devrim izlerinin nasıl etkisinin azaldığını gözlemledik, gece yarısı sokakların her cinsten insanla dolu olduğunu keyifle gördük. Şiraz da İrem bağlarının büyüsünden ulu ozanlar Hafız ve Sadi in topraklarında bulunmak dan haz duyduk. Persepolis de Büyük İskender’in ayak izlerini sürüp yok ettiği şehrin kalıntılarıyla bile büyülendik. Koca şehir Tahran dı en az beklentimiz ama Gülistan sarayı ve değerli eşyalar Müzesi’ni görünce ağzımız açık kaldı. Tebriz deki son durak da Shahriyar’ı öğrenip, Kendovan da kendi memleketimizde hissettik. Bundan mıdır bilinmez hava şartlarından 3 gün bu şehir den çıkamadık:)
Hele tanıdığımız güzel insanları; ilk günde bir merhabayla tanışdığımız Saeed, bütün hafta her gün arayıp sormakla yetinmedi otel organizasyonlarımızı yapıp kendi olmadığı halde evini bize açıp ailesine dahil etti. Güzel eşi Susan la ilk karşılaşmamızda sanki kırk yıllık can dostumuzmuş gibi sarıldık, sevgili kızları ve geniş ailesi ile tam bir Iran konukseverliğini gördük, bize Iran gezimizin sonunda üstüne bal-kaymak oldu.
Yezd de Hamid bey gönüllü rehberimiz oldu, Şiraz da Rahman bey’in misafiri olup şehir dışında ki yaşamı gördük. Havaalanında rötarlı uçağımızı beklemeden bir önceki uçağa aldırdı, dahası Tahran da oteli unutun deyip evini açtı. Güzel kızı Naggin ve eşinin sıcak ev sahipliğiyle gönlümüz şenlendi. Daha nice güzel insanla tanışdık kalıcı dostluklar edindik.
Bazı kareleri paylaşıyorum bazıları bizde gizli…
İyiki gittik bu “kadim” dost ülkeye, uzaktan dikte edilen görüntü ve imaja bakmayın, korkmadan gidebileceğiniz çok güvenli bir ülke…
GEZI NOTLARI
Uzun süre ertlenen İran gezisine çıkmak 25 Kasım 2013 de kısmet oldu. Daha önce gidenlerden dinlenen hikayeleri kendimiz yaşamak için sevgili arkadaşım Sunay i la birlikte Pazartesi sabah İran havayollarına ait uçağa bindiğimizde saat ler 11.00 di. Gezi için rahat pantalon, uzun bluzlar ve uzun pardesü tarzı kıyafetler aldık. İlk dikkatimizi çeken uçağa binecek yolcuların dar taytlar giymiş olması bütün İran da gördüğümüz gibi aşırı makyajlı yüzler oldu. 2,5 saatlik yolculuğumuzda eşarplarımızı takmaya başladık ve elimdeki kitapda 1992 ve 96 yıllarında İran seyahatini anlatan Alman bir kadının yaşadıklarını okuyorum. Yerel saat le 15.0 deTahran Imam Humeyni havaalanına indik. Merdivenlerden inerken gördüğümüz manzara uçakdaki iyimserliğimizi sildi. Simsiyah çarşaflı kadınlar ve cübbeli erkekler le sadece siyah rengin bu kadar çok kullanılması biraz ortamı geriyor sanki.
Küçük bir geliş kısmı var ve valizlerimiz hemen geldi, ilk durağımız Kum şehrine gitmenin yolunu bulmak için dışardaki ulaşım seçenkelerine bakıyoruz. Bu arada geziyi planlarken kaynak kitap olarak en çok Zafer Bozkaya nın Iran kitabından faydalandık. Bunun dışında arkadaşım Tezcan Efendioğlu nun 2006 daki gezisini anlattığı ve taa ozamanlar kitapcık gibi bastırıp hediye ettiği yazıları da keyifle okuduk. Ama rotamızı Yasin den aldığımız şekliyle belerledik tabii kış şartlarını hesaba katmadığımız için Tebriz den dönüşde kar yağmasını hesaba katmadık.
Dışarı çıktığımızda bir sürü taksi ama Türkçe bilen yok, nedense çiçekçinin yardımcı olacağını düşündük, o olamadı ama yanındaki Ali iyi Türkçe konuşuyordu. Gelen taksici Kum için $35 istedi pazarlık yapmaya da tanaşmayınca uyanık Ali siz bekleyin ben sizi iyi fiyata götürürüm, çaktırmadan ileri doğru gidip beni takip edin dedi. Zaten bütün kitaplarda herkesin bir şekilde taksi cilik yaptığını okumuştuk Ali de bu işlerden para kazanacak çünkü dilimizi konuşuyor. Yaklaşık 110km lik yolve otobanda yollar da fena değil ağır kötü kokulu aracın camını arada bir açarak idare ediyoruz. Yolda Kum da Cemkeran camii ve Mansume nin türbesini göreceğimizi söylüyoruz, zamandan kazanmak için şehrin biraz dışında olan Cemkeran’ı da görüp öylemi şehre dönsek deme gafletinde bulunuyoruz. Bunun için ne fiyat istiyor muhabbeti derken şehirle arasındaki mesafeyi de iyi bilmediğimiz için $20 fark için yorum yapmıyoruz biraz daha düşünelim derken bakıyorki Ali biz de potansiyel var Cemkeran yoluna döndüm ayaklarına götürüyor bizi. Neyse artık, cami de fazla zaman harcamıyoruz. Girişde bayanlar bölümünden Çador denen uzun dikişsiz renkli çarşaflara sarınıyoruz. Çador lar İran daki bayanların çoğunun günlük hayat da da kullandıkları ve bir çeşit çarşaf, camilere ziyarete giderken zorunlu o nedenle bizde camii ziyaretlerinde sıksık giyinmek zorunda kaldık. Cemkeran camii daha sonra göreceğimiz camii ve türbelerin benzeri şeklinde içi dışı mavi çinilerle işlenmiş, büyük avlusu olan büyük bir camii. Kum daki önemli kutsal mekanlardan biri, Hz.İmam Zaman’ın (Mehdi) nin adına 1167 de yapılmış, 1972 yılından beri de hem içerde hem de dışarda restorasyon ve yapılanma devam etmiş hala da devam ediyor gibi görünüyor. Oraya vardığımızda akşam olduğu için gece ışıklandırmasını gördük herhalde gündüze göre daha ihtişamlı oluyor.
6km uzaklıkdaki şehre dönüp otel aramaya başladık, şehir merkezinde kalmak isitiyoruz ama otellerin olduğu yeri oradakilere de sorup bir sürü otelin olduğu yere getirdi. Gözümüze kestirdiğimiz 4 yıldızlı otele sorduk sabah kahvaltı dahil $50 fiyat verince hemen kabul ettik. Aslında çok daha ucuz yerler bulunur ama ilk durağımız ve buranın mollalar şehri olduğunu düşünürsek iyi bir yerde kalalım düşüncemiz hep ağır bastı. Geziyi en ucuza mal etmek değil di ikimizinde amacı ama yine de oldukça makul bir fiyata mal oldu toplam da.
Otele yerleşip 1 km uzaklıkdaki Hz. Masume nin türbesi ni de akşamdan gezip yarın sabah kahvaltıdan sonra hemen yola çıkarız. Babası 12 imam dan 7. Si İmam Musa Kazım, kardeşi de 8. İmam olan Rıza. Saat 7 yi geçmesine rağmen sokaklar insan kaynıyor, dükkanlar açık ve kimse dönüp bakmıyor. Zaten İran’a gelen herkesin ortak deyişi, “çok güvenli bir ülke” olduğu idi. Birazda onun rahatlığı ile çıktık yola ve türbe girişinde ödünç “çador” larımızı giyip girdik. Ama bu şeyle başa çıkmak öyle zorki devamlı başımızda tutmaya çalışmakta ve kontrol etmekde zorlanıyoruz. Giriş kapısında akşam aydınlatmanın da etkisiyle daha çok parlayan küçük ayna parçalarından yapılmış türbe camii gözleri kamaştırıyor. İhtişam yaratarak insanların daha çok saygı duymasını hedefliyorlar, Semerkant kitabındaki Hassan El Sabbah ın ayna ve Işık oyunlarıyla yarattığı cennet sahnesi aklıma geliyor. insan oğlu kendi yarattığı ihtişama tapıyor. Oysa dinde sadeliğe ne oldu, öbür dünya ya maddi bir şey götürememeye ne oldu, bu dünya da ölenlere bu büyük tapınakların sebebi nedirki?
İçerde biraz oturup namaz kılanlara baktık çevreyi gözetledik ve çıkıp biraz şehri dolaşalım dedik. Kum şehri mollar şehri diye anılıyor Humeyni nin de bir süre yaşadığı bir evi var ve 300 den fazla molla mezarının olduğu söyleniyor. 1979 daki islam devrimininde başladığı, molların eğitim aldığı İran’ın en tutucu şehri. Gerçekten başlamak için yani ilk imaj için pek doğru bir seçim değildi belki çünlü ürkütücü şekilde herkes aşırı kapalı ve her yerde sarıklı cübbeli mollar dolaşıyor. Ama bizi rahatsız eden hiç bir bakış hissetmedik. Saat 9 olduğunda kapalı çarşıdaki bir çok dükkan kapanmış, çarşıdaki kalabalıkda azalmıştı. Sonuçda günü yorgunluğu ve saatin de geç olması bizı otele yönlendirdi.
İran da kaldığımız otellerde genelde internet vardı ama ülkede facebook ve google gibi siteler yasaklı olduğu için buralara bağlanamadık. Ama insanoğlu kendiçözümünü üretiyor tabiiki tanıştığımız herkes de facebook var,şifre kırıcı yazılımla işi çözmüşler. Sahi bir ara bizde de youtube sitesini yasaklamışlardı demi…
Ertesi sabah kahvalatı salonunda Türk olduğumuzu analayan Saeed le konuşmaya başlamamız dan 5 dakika sonra telefon alışverişi ve yardım önerileriyle sonuçlandı. Gezimiz bitene kadar Saeed in desteği ve Tebriz de ailesi ile sanki 40 yıldır tanıyormuşuz gibi samimi dostlukları İran gezimizin kazandırdığı güzel bir dostluk oldu. Taksi ile otobüs garajı dedikleri kavşağa taksi bizi bıraktığında şanslıyız dedik çünkü hemen Kaşhan otobüsü geldi. Biz otobüse valizleri yerleştirip binene kadar bütün koltuklar dolmuş resmen geri indik ve valizleri elümize tutuşturdular. Bie sonraki otobüsü bekliyoruz ama bu arada oradaki taksiciler ısrarlı biz götürelim diye biz bir sonraki otobüsü beklemekde kararlıyız. Israrları Nurettin savuşturuyor güya bize yardımcı oluyor, aslında bu bir taktik çünkü 10-15 dak sonra kendı taksisi ile götürme teklifini getirdi bize. Fiyat cazip, otobüsün ne zaman geleceği belli değil, dün daha kısaöyola $50 vermişiz artık gözümüz açıldı fiyat aralıklarını biliyoruz 30,000 tümen yani 10$ istedi, yaklaşık 150km lik yol, daha fazla otobüs bwklemenın anlamı yok, Nurettin genç çocuk, az çok ngilizce de anlaşıyoruz e beklemedik daha fazla yoldayız.
Yol boyu Saeed aracılığıyla Nurettinle diyalogda Abyaneh’e gitme pazarlığını da yapıyoruz.büyük pazarlıklar sonucunda bizde ısrarlı çıktık Kaşhan daki Fin bağları ve Abyaneh dahil 60,000 tümene gidersen ok dedik ve Kaşhan daki trafik polisine de fiyatı teyid ettik.
Fin bahçeleri sonbahar olduğu için çok canlı değildi baharda eminim muhteşem olur. Tam ortasından akan nehir gibi su kanalı ve bahçeyi çepeceçre saran daha dar su kanalları hem sulama için hem de ferahlama ve su sesinin ahengi için yapılmış. Dikkatimi çeken başka bir gözlem de bütün şehirlerde caddeleede su kanalları olmasıydı.
Fin bağları Kaşhan nın 10km dışında Abyenah da 70km uzaklıkda elimizdeki kaynaklarda bu kadar uzak olduğunun bilgisini görememiştik. Abyenah’a gitmemiz ve 15-20 dakikalık sessiz ve Unesco korumasında ki bu özel köyü gezdik. Sonbahar yaprakları mevsimin en güzel sarılarını sunmuş yerlerde toprak yerine yapraklar muhteşem görünüce en güzel fotoları çekip ayrıldık.
Bu arada Nurullah İsfahan için bizden fazla para isteyip anlamaşamayınca mecbur 70km daha geri gidip Kaşhan’a döndük ve otogarda aldı verdi tartışması başladı. Bizimki iyi hoş çocukda son dakika fazladan kopartmaya çalışıyor, yolda 2000 tümen lik gaz aldı ve biz ona 60,000 tğmen verdik üstelik o fiyata anlaşmıştık. Uzun süren tartışma ve polisin gelmesiyle daha fazla da uzatmamak için 20,000 daha verdik ve 15,30 daki İsfahan otobüsüne bindik sonunda. Aslında sorun çıkarıp aç gözlülük yapmasa bu kadar zaman kaybetmeden zaten 70,000 verecektik. Üstelik ısrarla para konusunda başdan anlaştığımız halde sonradan fazla istemesi biraz bizim direnmemize sebep oldu. Otogardaki adamlarda biz anlaşmadan otobüsde geç saate kadar yer yok diye bilet de vermediler. Bu arada yardmcı olmaya çalışan bir sürü insan bizi uzlaştırmaya çalıştı, hatta bir ara Sunay uzun yolcuşukdan dolayı açlıkdan midesi Bulanınca Nurullah’ın hemen mod değiştirip Sunay’a restoranın yerini gösterip ilgilenmesi sahnesi de çok hoştu. Neyse sonuçda hallettik ve 15,30 daki otobüse yerleştik, 3 saatlik yolculuk bilet ücreti toplam da 1200 tümen
Akşam 18,00 gibi İsfahan otogar’a ulaştığmızda taksicinin biri aldı valizleri ve fiyat yine muallak, ancak taksi ye binice 10,000 tümen deyince biz yine kazıklanma psikolojisiyle ve elimizdeki bozuk paranın 6000 olmasıyla parazlık ettik ve binme eğiliminde olunca kabul egti gene. Geri dönüşde öğrwndikki zaten taksi durağının resmi olarak istediği para da bu kadarmış.
Otelimizin rezervasyonunu Saeed yaptırmıştı ve Zayende nehrinin kenarında si-e-sol köprüsünün yakının da Melal otel. 3 yıldızlı orta standartda bir otel, oda fiyatı $50 , daha sonr 4 yıldızlı bir otelden fiyat sorduk aynı fiyata kalabilirdik aslında ama yerleştiik bir kere geri dönüş yok. Otele yerleşip dışarı çıktık, otelden çıkıp İsfahan’ın en işlek ve büyük caddesi Chaharbagh-e-Abbasi caddesinde akşam yemeğinde kebablarımızı afiyetle yedik. Caddeyi komple yürüyüp İmam Hüseyin meydanından geri döndük. Cadde çok esk?lerden yapılmış inanışmaz geniş ve ortası yayalara ayrılmış ağaçlıklı bir cadde. Böyle geniş ve başka bir cadde görmedim dünyann bu güne kadar gezdiğim yerlerinde. Sokaklar insan kaynıyor, zaten tahmin ettiğimiz gıbi bayanlar da çok rahat sokaklardalar. Bizde şehrin gece manzarasını, Zayen de nehrinin en güzel manzarası 36 kemerden oluşan Siesol köprüsü İsfahan’ın sembollerinden. Broşürlerde suların aktığı geniş nehir ne yazıkki kupkuruydu. Belki kış geçip dağlarda yağan karlar eridiğinde mart-nisan aylarında biraz su akıyordur. Saat 10 gibi otele dönüp İsfhan dakı ilk günümüzün uykusuna yattık.
27.12 Çarşamba. Ertesi gün sabah 9 gibi yola çıkıp direkt İmam Humeyni meydanna doğru yola çıktık. Yaklaşık 20 dakikalık yürümeyle dünya nın en büyük meydanlarından ve İsfahan’ın en önemli mekanlarından biri. 5 farklı kapının olduğu, imM camii, Ali kapı ve diper cami nin olduğu meydanın tam orta yerinde büyük havuz ve çevresinde yeşil alanlar var. İsfahan = kral Abbas demek, şehirde gördüğümüz bir çok şey 17.yy da kral Abbas tarafından yapılmış. Öncelikle camii ye giriyoruz, müze olarak kullanılan camii ye giriş çoğu müze gibı 15,000 tümen yani yaklaşık 20tl, İran da bir çok müzenin gırişi bu rakam, yerliler içinse yaklaşık 2000 tümen. Cami nin avlusunda büyük bir ıskleeyi yıkım çalışmaları vardı öğrendikki 1-2 gün önce Muharrem ayı etkinlikleri nedeniyle kurulmuş kutlamalar bittiği içinde yıkıyorlar. Güneş ters ve iskele engelinden dolayı girişdeki muhteşem çinilwrin fotoğraflarını çok iyi çekemedik ama gözlerimizle hafızalara kazıdık, nasıl olsa en güzel fotoğrafları internet den bulabiliriz. Müze camii nin ve ülkede gördüğümüz diğer camii lerin mimari yapısı bizim alışık olduklarımızdan çok farklı, bir kere her tarafı açık, bizimkilerde kapalı bir eve giriyorsunuz hissi var. yerlerde halı yok sadece özel kutsal günlerde yani Cuma namazlarında kullanılıyor ve halılar seriliyor. Bu camii de de ana mihrabın önünde imam ın durduğu mezar büyüklüğünde bir çukurluk var. Orada yabancı misafirlerini gezdiren gençlerle biraz sohbet ediyoruz onlar açıklıyor bize. İran da nüfusun % 30 Azeri Türk kökenli olunca her yerde Türkçe bilen çok insanla karşılaştık. Camii nin bahçesimde sonbahar renklerini almış sarı yaprakların döküldüğü bahçede de bol bol fotoğraf çekip meydana geri dönüyoruz.
Camii demişken, temelde Anadolu Alevliği ile İran Şia lık mezhebi aynı olsa da uygulamada çok farklılklar var. Mesela Türkiye de Aleviler Hz.Ali camii de öldürüldüğü için cami ye değil cem evlerine giderler. Oysa İran da önemli insanların mezarlarınında bulunduğu muhteşem camiiler yapılmış ve hala yapılmakta. Bence bunun nedeni Anadolu da Alevilerin ayrıştırılması, azınlık muamelesi görmeleri nedeniyle kendilerine yeni bir sosyal alan yaratmış olmaları. Diğer bir fark Hz.Ali nin herkes için namaz kıldığını, bu uğurda öldüğünü düşünükleri için namaz kılmıyorlar. İran lılar ise günde 3 vakit olarak ve sadece farzları kılarak namaz olayından vazgeçmemişler. Ramazan da aynı şekilde, bizde 12 günlük farklı bır oruç sistemivarkenİran da 30 günlük sunni oruç sistemini kullanıyorlar. Ama takvim uygulamaları tamamen farklı. İran da yeni yıl 21 Mart Nevruz ile başlıyor yani dünya dan tamamen farklı, onların yılın kaçıncı ayı hangi gün olduğunu anlamak için klavuz tavımlere bakmak gerekiyor.
Havuzun kenarında çizimler yapan bir sürü bayan öğrenci dikkatimizi çekiyor. Oldukça yakışıklı öğretmelerin çevresinde, siyah türbanlı kız öğrencilerin yaptıkları çizimden ve sobbetlerden anlıyoruzki mimarlım öğrencileri saha çalışmasında. Başka bir grupda Türkçe de bilen bayan öğretmenle daha rahat sohbet şansmız oluyor, dediğine göre mimarlık öğrencilerinin nerdeyse %90 kız öğrencilerden oluşuyor. Güzel sanaglar ve mimarlık deyince bizde de bayanların rağbet ettiği bir bölüm ama piyasaya baktığkmda nedense daha çok erkek mimarlar çalışıyor.
İmam camii den sonraki durağımız Ali kapısı denen 16.yy sonunda yapılmış saray. Şu anda tadilat da olsa da ziyarete açık, gine İran daki diğer mal?yetlere göre pahalıca olan giriş ücretini ödeyip içeri daliyoruz. Bir kat yukarda meydan manzaralı balkona çıkıp meydanı kuş bakışı seyrediyoruz. Müzik odası ve duvarda resimlerin olduğu salonların dışında görülecek pek bir şey yok, bir saraydan çok minyatür köşk havası var, eşyaları olsa belki daha muhteşem görünecek ama bana oldukça küçük gibi geldi.
Ali kapısı sarayından sonra biraz kapalı çarşı dolaşıp öğle yemeği molası da verelim dıye kapalı çarşıya dalıyoruz. Meydanın 4 tarafı hediyelik eşta ve tatlı dükkanlarıyla sıralanmış. Kapısından girdiğimizde kolay gibi gönen çarşı içine girince tam bir labirent gibi. Alabildiğine dükkan, alabildiğine cadde ve sokaklar. Zaten kaybolmayı göze almış şekilde ilerliyoruz ve bu arada çayhane arıyoruz. Sunay la beni en çok şaşırtan şey her gezi notunda bahssdiler çayhaneleri bulamamış olmak. Nereye baktıysak öyle gözle görülür meşhur çayhane falan göeemedik, nerde bizdeki cafelerin zenginliği nerde burdaki sallama çay yapan çayhaneler… bir denemede bulduğumuz çayhane sadece erkeklere ayrılmış, herkesin nargile içtiği duman altı bir yer olunca hemen çıktık, tek çare köşede termos içinde satılan çaycıdan karton bardakda çayımızı alıp arada gördüğümüz küçük bir havuz kenarında içmekdi. Zaten dükkanların olduğu sokaklardan içeri girince böyle küçük meydanlara rastlamak çok olağan, girdiğimiz bir ara sokakda çarşının borsa sı ıle karşılaştık. Aynı bize kapalı çarşı borsası dedikleri bir yer, herkes elinde tel, bağıra çağıra anlamadığımız şekilde döviz kurlarını belirleyen pazarlıklar yapıyorlar. Bunu dışında bizdeki gibi pazarda herşye satılıyor ama bizdeki kapalıçarşı hem daha göstwrişli hemde içindeki ürünler daha albenisi olan turistik ürünler. Burası daha çok yerel halka hitap eden malzamalrle dolu, bizdeki Mahmutpaşa dükkanlarına daha çok benziyor. Eğer İran Amerika ile barışıp turizme açılırsa en az Türkiye kadar tur?st çekeceğine eminim, arz talep oranına bağlı olarak bu çarşınıda nasıl değiştığini görmek için 5-10 yıl sonra tekrar gelmek gerek.
Epey bir çarşının sokaklarını dolaştıkdan sonra kendimizi arka ara sokaklarda bulduk, nisbeten sakin, toprak sokaklar ve eski binalarla dolu sokakda büyük bir restorasyon hal?nde olan bir avlu gördük. Tuvalet ihtiyaı bizi burada biraz daha tutunca biraz oyalandık ve etrafını döndüğümüzde anladıkkı burası yine meşhur $$$$ camisi. Haritadan bakınca yönümüzü netleştirip tekrar meydana döndük. Bu gün amacımız meydan ve çeresinde tam gün harcamak, kalan diğer yerleri de yarın görmek.
Yemek den sonra akşam üstü Abbasın ailesi için yapılmış , artık görmeye alıştığımız mavi çinilerle süslenmiş kubbesi ilemeydanın en önemli yapılarından biri olan Firuze camiine giriyoruz. Burası kral Abbasının aile fertleri için yapıldığından kapalı bir mekan. Kubbesi ,,, m çiniler 16.yy dan kalma, muhteşem bir yapı. İçerde yine kızlar grubu, bayan öğretmenleri bir şeyler anlatıyor, bo fotoğraf çekip çıkıyorlar. Tam çıkarken İsfahan cd satan çocuk bize bir şey gösteriyor, tam girişden yukarı kubbeye doğru baktığnızda kanatları kapalı altın renginde bir tavus kuşu şekli görüyorsunuz. Tepeden ışığın yansımasıyla kutsal bir ışık altında olduğumuz fotoğraflar sanatsal oödu gerçekten. Kubbeye yakın çepeçevre dizilmiş pencerelerden birinden gelen ışık akşam üstü güzel bir görüntü veriyor içeriye.
Tekrar meydana ,,, kapısından girip imam caminin tam karşısındaki kapıdan içeri giriyoruz amaç kendimize öğle yemeğiiçin bif şeyler bulmak. Meydanın kenarında çimenlialanlarda kadın erkek çoluk çocuk oturmuş piknik yapıyorlar, bizde içerde oturmaktansa bir şey alıp açıkhava da yiyelim diye düşünüyoruz. Ulduğumuz bir kebapcıdan kebapalarımızı sardırıp dışarı atıyoruz kendimizi, çimlerin üstünde, havuzun karşısında temiz hava da hem karnmızı doyurup bem de Sunayla değerlendirmeler yapıyoruz.
Artık akşam oşmaya az kaldı, saat 16,30 gibi kalkıp dün akşam gittiğimiz meydanı gün gözüyle görüp bir çay için akşam etmek ve meydanı gece vakti görmek için geri döneyi planlıyoruz. Yolda giderken gençden bir kız bize laf atıyor, turist olduğumuz belli, amacı konuşmak muhabbet etmek. Bizde aynı samimiyetle cevap veriyoruz. İsmi Amine, İngiliz dili ve edebiyatı okuyor, gezmeyi seviyor. Bende rehber olması için cesaret veriyorum, ingilizcesi de olduça güzel ve anlaşılır. Bizi evine davet ediyor, bizim gideceğimiz yerler var bunun için bir buluşma saati veriyoruz, bu gün önünden geçtiğim?z ama girmediğimiz saray… önünde sabah 10 da bıluşmayı kararlaştırıyoruz. Oraya mutlaka gitmemizi tavsiye ediyor, içerdeki resimlerin ve bahçesinini çok güzel olduğunu elimizde Zafer Bozkaya nın kitabından da okumuştuk. Karşılıklı tel alıp buluşmayı karalaştırıyoruz, amaç 10 da bılışup gidildcek yerleri birlikte ziyaret edip akşam da evine gitmek, bakalım sabah ola hayrola…
Diğer meydan ile Zayende nehrinin arasında çok büyük iki gidiş gelişin olduğu araç yoşundan başka tam orta yerinden geçen belki de dünyann en büyük kaşdırımında bir cafe buluyoruz. Bu kaldırım baharda da muhteşem olur n olduğu gibi ağaçlarla kaplanmış, sonbahar renklerini görünce hayran olduğumuz bu cadde gece gündüz kalabalık. Cafe de wc olmayınca karşı parkdaki halk tuvaletine yönlendiriyorlar bizi, bu sayede saraya ait bu parkıda görmüş oluyoruz. Halk tuvaleti olmasına rağmen temiz ve hiç kokusu olmayan bir yer üstelik bayan dolu genelde çoğu makyajını tazeliyor. İran da bizi en çok şaşırtan şeylerden biri de sokakda gördüğümüz aşırı makyajlı bayan lar. Tabiiki herkes kapalı ama serbest olsa kesinşikle başörtüsünün adını bile anmayacak olanların yüzlerinde aşırı makyaj ve kaşları nasıl yapıyorlarsa kalkık düzgün kaşlar. Acab bergün bu kadar muntazam çiziyorlarmı yomsa kökden hallediphepsini kazıtıp kalıcı dövme mi yaptırıyorlar anlamadık. Şöyle bir mantıkları var, madem istediğimiz gibi giyinip kendimizi gösteremiyoruz, bir tek yüzümüzle güzelliğimiz anlaşılacak bizde en çok buna önem veriyoruz diyorlar. Eh haksız da sayılmazlar…
Artık karanlık çöktü tekrar imam humeyni meydanına geri dönüp ışıklı haliyle meydanın gecesini yaşamak. Ama umduğumuz kadar hareketli ve canlı değil, camiler az ışıklandırılmış, havuz hiç belli olmuyor ve çok az insan var. Sanırım sebebi kış ayının ortası olması ve soğukdan dolayı meydanın yaz ayı canlılığının kalmaması, em?nm yaz aylarında çok daha farklı olur çünkü buralarda kadın erkek akşamları da çok rahat sokaklarda dolaşıyor. Buraya daha gelen arkadaşlarım çok güve li bir ülke olduğunu söylemiş, biç gelmeyenlerde ne işiniz var orası tehlikeli demişlerdi. Ben bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanları pek dikkate almadığım için İran ın güvenli olduğu yargısıyla gelmiştim zaten ve umduğumuz gibi çok rahat dolaştık sokamlarında.
Bem hava serin hem de bütün gün dışarda olmak yorduğu için yaklaşık yarım ssatlik mesafedeki otelimize geldiğimizde saatler 8 i geçmişti. Ertesi günkü otobüs rezervasyonumuzu yapıp çaylarımızı içip vakitlice yattık rahat ve temiz yataklarımıza.
28 kasım Perşembe : sabah Amine den 11 de gelebileceğine dair mesaj aldık, onu bekleyecek değiliz tabii biz çıkıp saat 10 da che,,, sarayına girdik. Sarayın hemen ömünde taç mahal deki gibi güzel bir havuz, kenarlarındaki güller hala bile duruyor, kimbilir bahar mevsiminde ne güzel olur burası. Sarayın girişinde ağaçdan yüksek sutunlar var, bu tür sütunları en çok Japonya da görebilirsiniz, başka bir ülkede rastlammıştım. Duvarlar komple resim kaplı, bumlardan biri de Yavuz sultan Selim döneminde yapılan çaldıran savaşı.
Fotoğrafları çekip sarayın güzel bahçesinde sonbahra kalmış güllerin de fotoğraflarını çekip çıkıyoru Amin mesajla geç kalacağını yazıyor bizde beklerken yandaki müzeyi gezelim bari diyoruz. Bahçesinde yapma bir dinazor var ve restorasyonda görünen bir bilim müzesi anladığımız kadarıhla, fiyatı da 2000 tümen. İyiki girmişiz en etkilendiğim yerleen birioldu. Ne yazıkki küçük bir alan aslında daha büyük ir müzeyi hak edecek kadar çok malzeme var ve mecburiyetden sıkıştırılmış herşey. Kurutulmuş kelebek ve çeşit çeşit küçük canlı örnekleri ve doldurulmuş hayvanların olduğu bölüm, jeoloji bölümü, ama beni en çok etkileyen anormal ceninlerin olduğu bölümdü. Özel suların içine konulmuş ceninler, yılanlar daha önce hiç görmediğim şeylerdi. 5 ayaklı kuzu, yapışık ikizler, benim için ilginç manzaralardı.
Oradan çıkıp A kızın artık gelmeyeceğini anladığımızda, ikide bir mesaj atıp geldim geliyprum trafik derken saat 12 de kusura bakmayın mesajı ile beklemekten vazgeçtik, yolumuza devam ettik. Bu gün zerdüştlerin eski ateşfedesini ve bir ermeni klisesini ziyaret edeceğiz. Yine ana yola çıöıp bir taksiye bindik, kalan müşteriler inince şehrin dışındaki tapınağa bizi götürmesini isted?k. Şoförün az ingilizce ve Türkçe si ile bayaa sohbet ettik aslında. Bu kadra uzak olduğunu tahmin etmemiştik aslında, nerdeyse yarım saat süren bir yolculukla şehrin en uçnoktasına nerdeyse 30km uzunluğundaki her iki tarafı ağaçlarla dolu büyün caddeden gittik. İsfaan da çok özel araba var, toplu ulaşım oldukça az, benzin ucuz olduğu için taksi ile ulaşım kolay ama arabaların çoğu eski olduğundan ve çok araç olduğu için hava kirliliği de bir o kadar fazla. Bir parantez açayım, İran da herkesin aylık 60lt ye kadar litresi 50 tümen yani 20 krş dan alma hakkı var. Bu hakkını doldurnca fiyat ikiye katlanıyor ama b da 40krş, bizde 5 tl olan şeyin burda ne kadar ucuz olduğunu kıyaslamak için yeterli demi…
Yol üstünde önce sallanan camiye gittik, rivayete göre minareleri sallanıyormuş, şu anda bakımda mı yemiş sallanmıyor. İki küçük minare ve neden sallandığı ile ilgili kulak mşsafiri olduğum rehber şöyle açıklıyordu. Bir ihitimal mimar beceriksiz olduğu için doğru bir yapı yerine sallanan bir minare yapmış, yada dahi bir mimardı sallanan ama yıkılmayan bir minare yaptı. Sebep her ne ise burayı meşhur etmeye yetmiş, bahçesinde yine bir sürü öğrenci vardı ama mimarlık değil daha çok lise öğrenci yaşlarındaydılar.
Taksimiz bizi bekledi ve Zerdüştlerin ünlü bır ateştapnağı plan ateşgede ye devam ettik. Bir dağın tepesinde 1600m yüksdklikde kurulmuş tapınak da devamlı ateş yanarmış. Bu gelenek bana antik dönemde Efes de yanankutsal ateş tapınağı Platenium u haırlattı, dinlerin birbirine bağlantılı olmasında bir örnek daha. Zerdüş dini ateşe tapanlar olarak bilinsede aslında tam olarak böyle değilmiş. Ateş kutsal bie ışık, insanlık için çok önemli, ateşin özel bir değiri var. Aynı mitoloji de promoteus un ateşi Zeus dan çalıp insanlığa tekrar hediye etmesi gibi.
Bizi buraya bıraktığında taksicimiz Osman saat 2 de gelip bizi alacağını söyledi, her ne kadar buraya kadar getirme parasını teklif ettiysekdd ısrarla almadı, ya biz onu atlatıp başka araç la dönersek, ya onun işi çıkıp gelmezsse… neyse veremedik ve tepeye tırmanmaya başladık, en yumarda bizden başka 2 Asyalı genç, yerli 4 kişi daha vardır. Biraz dik bir tırmanış ama bizim gibi trekciler için biç de zorlu olmayan bir yo ama her gün yazın olsa burlar çekilmezmiş iyi ki bu mevsimde gelmişiz dedik taaki son gün Tebriz de kar dan dolayı 3 gün rotar yapana kadar.
Yukarda vakit geçiren anne ve 7-8 yaşlarında kız çocuğu yukarda bize mandalina ikram ettiler bende yanımdaki küçük nazarlık bilekliği kıza hediye ettim. Aşağı indiğimizde biraz tarzanca muhabbet ve fotoğraf molasından sonra çevreyi dolaştık. pikniğe gelmiş aileler nehir kenarında sessiz sakin yemeklerini yiyorlar, aşıklar ortalıkda dolaşıyor. Hava güneşli olmasına rağmen belki de kış havası olduğu için çok kalabalık değildi. Bu kadar güzel bir yerde bir şişe su alabileceğimiz hiç bir yer yoktu maalesef, biraz ilerde gördüğümüz bina sanırım bir üniversite binasıydı ve tam istediğimiz gibi damacana sudan doyana kadar içip çıktık.
Saat artık 2 olmuştu ve taksici hala ortalarda yok, bu arada Hong Kong lu 2 genç çocuk bize nasıl geri dönebileceklerini sordular zira buraya yürüyerek gelmişlerdi. Bizde gelmesini beklediğimiz taksımizden bhasettik beraber dönmeyi teklif ettik, sonunda 15 dakika gecikmeyle geldi bizim şoför Osman. Hep beraber nehrin öbür kıyısındaki Ermeni klisesine gittik. Toplamda 20,000 tümen verdik berkes mutlu memnun. Kiliseyi gezdikten sonra otele dönüşü yürüyerek yapacağız, zaten nehre yakın bir yerdeyiz, bu arada bu bölge oldukça temiz, binaalr daha düzgün ve zengin görünüyor. Bu ülkede az da olsa zerdüşt, hristiyan halk da var, hepsinin islam dininin öngördüğü şek?lde yaşamaya zorlanmaları ne kötü bir şey onlar için. Otele yakın bir yerde öğle yemeği yiyip saat 4.30 gibi otelimizde olduk. Hem internete girmek hem de sıcak bir çay içmek için yeterli vaktimiz kaldı. Saat 6 da taksiyi çağırıp otobüs terminaline gittik, saat 7 de Yezd için yola çıkacağız.
Taksi den iner inmez 25-30 yaşlarında düzgğn ingilizcesi olan uzun boylu bir genç bizi karşıladı ve sandımki müşteri yakalayan simsar, biraz ön yargı ile bilet fiyatının 10,000 tümen olmasına itiraz ettim. Zira daha önce 1200 ödedik 3 saatlik isfahan yolculuğu için, üstelik rehber kitaplarda çok daha düşük fiyatlar yazıyor. Otobüsün VIP olduğunu ve fiyatın herkese aynı olduğunu söyleyip ısrar etti, inanmak zorunda kaldık. Sonunda madem vip o zaman ayrı koltuklar olsun rahat edelim dedik ve gerçekten rahat bir otobüstü verdiğimiz paraya değdi. Sonuçda tartışdığımız fiyatlar gene de bizim ülkemizdekilere kıyaslanınca oldukça komik rakamlar kalıyor ama isnanda kazıklanma psikolojisi varya…
Otobüsde “havalı” muavin bize ekstra çay kahve ikramında bıle bulundu, yan koltukda oturan yolcu ile de biraz mugabbet sonrası Yezd’e gece yarısı indiğimizde bizi bir taksiye emanet ettiler. Ali çok güzel ingilizce biliyor ve yarın akşam ki Şiraz yolculuğu için otobüs biletimizi de şehre gitmeden aldık. Tezcan’ın notlarından okuduğumda otobüsde yer bulma sıkıntısı olabileceği ihtimali her ne kadar kış ayında olsak da riske girmemek için aldık biletleri. Bu sefer ertesi gün gece saat 11,00 de bineceğiz ve Yezd İsfahan arası Vıp otobüs 12,000 tümen.
Yezd de otobüs terminalin şehrin biraz dışında yollar boş ve gideceğimiz otel benim daha önce internetden bulduğum “Silk road” şehrin merkezinde bir yef. Ali de çokiyi biliyor ve daha önce oteli arayıp geç geleceğimizi bildirmiştik. Gece yarısı verdiğımız otel dışardan sadece duvarları görünen tipik bir Yezd yapsı, kapıyı açınca içerde geniş bir avlu sizi karşılıyor. Hala oturan Avrupalı gezgınler sessiz ce sohbet ediyorlar, bizde odaya valizleri bırakıp birer sigara içip hemen yattık.
Ertesi gün kahvaltı ve valizi hazırlayı 9 gibi şehri keşfe hazırdık, bu gün Cuma olduğu için bir çok yer kapalıydı, o yüzden Zerdüştlerin meşhur tapınağı Ateşgede yi ve su müzesini ziyaret edemedik maalesef. Öncelikle otelimizin hemen yanı daki ,,,,, camiini gezip içerden gelen hocanın ağlamaklı sesini ve insanların feryatlarını dinledik. Aradan nerdeyse 1300yıl geçmesine rağmen bu kadar ağlayıp ağıt yakmak cidden nasıl bir mantık. Ülkede eğlenmek şarkı dinlemek resmen yasak, sen burda eğlenirken 1300 yıl önce Kerbela da ölen insanları düşünyormusun diye suçluyorlar insanları. İnsan en yakınını bile kaybetse bellki bir süre sonra hayat devam ediyor, tamam tarihi unutmammak lazım ama bir geçmişini sırtında bu kadar taşımakda insanoğluna işkenceden başka bir şey değil. Camilerde şarkı söylenmesın ama taksıde bile ağlayan hocaların vaazları çok ağır geldi bize, bu kadar hüzün yaratmanın ancak çok politik sebebi olabilir.
Yezd dünyadaki en büyük kerpiç şehir dedi 12 imam türbesi yakınında tanıştığımız Hamid bey. Bize gönülşü rehberlik yapan Hamid bey Yezd üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışıyor ve 2 kez seminerler için gelmiş İstanbul’a. Zaten Türkiye venİstanbul’ a hayran olmayan İran lı yok, hepsi ya tv de seyretmiş ya dizilerden tanıyor, yada gidip görmüş ve herkesin hayellerinde ki ülke. Hem sohbet ediyoruz hemde çevreyi geziyoruz, öncelikle ismini daha önce duyduğumuz bir ote Mesr oteldeki kapıcı bize oteli gezdirmeye davet ediyor. Dışardan hiç bir anlaşılmayan otelin için sanki bir vaha. Muhteşem bir orta avlu, alt katındaki su değirmeni ve akan kanal, odaların dizaynı ve farklı bir avlu, otantik eşyalarla dekore edilmiş odalar ve mekanlar gerçekten istddikleri para yı hakediyorlar. Çatı katında daha önce okuduğumuz üzre biliyoruzkı havalandırma bacaları var ve onları yakjndan görmek muhteşem oluyor. Şehirde binaların tepelerindeki doğal klima sistemi bacaların nasıl çalıştığını alt katda görmüştük, siteöin çalışmasını internetten bak.
Daha önce bilsek belki burada kalırdık ama bizim 1 gece kalıp sadece uyumak için bizim otelimizde fazlasıyla yeterliydi. Yürüyüşümüze İskenderin hapishane olarak kullandığı binayı da görerek dwvam ediyor, alt katındaki çayhane en beğendiğimiz yer oldu. Ortada süs havuzu ve zeminde olmasıyla eminim yazın serinlemek için en güzel yer olurdu. Çay molası verip bolca fotoğraf da çektirdikten sonra devam ettik eski şehrin sokaklarını keşfe. Sokaklarda kaybolmak çok kolay, tek yardımcı sokak başlarında yazan bazı tabelalar ve yön duygunuz. Bu arada bir otel tabelasına daha rastlıyoruz, ücretsiz ziyaret deyince orayıda görelim belki sonra geldiğimizde böyle bir yerde kalırız dedik.
Dışarıdan hiç bir özelliği olmayan bu otel içeri girince yıne bizi şaşırtacak derece de güzeldi. Aşağı indiğinizde bir bahçeye çıkıyorsunuz ortada bir havuz kenarlaa restoran ve oturmak için yapılmış tahtadan köşkler var. Baktık uzun saçlı birisi kitap okuyor biraz dikka edince anladıkki kitaplar Türkçe. Selamlar verilip tanışıldı, veteriner olan Satılmış buraya 2 hafta önce gelmiş ve şubat sonna kadar kalacak. Üstelik yoğun sezon oşmadığı için öyle ucuz bir rakama kaşıyorki bu para ile İstanbul da 1 hafta bile geçinemez. İşleri ters gidince 3 yıldır geziyor ve “derin” kitaplar okuyor, herhalde kendini aynı hengameye tekrar girmeye hazır hissedene kadar böyle gidecek hayatı. Ona hayırlı günler dileyip ve keşke biz de böyle bir şey yapabilsek biraz özentiyle ayrıldık mekandan. O kadar uzun zaman değil ama en azından 2 hafta o otelde kalıp hem tembellik etmeyi hem de okuyamadığım kitapları okumayı isterdim. Üstelik başka bir şey de burada alkol olmadığı için zihn?n her an açık, tabiiki ülkede kaçak olarak çok insan içiyor evlerinde ama hemen elinin altında olmaması bir avantaj bu durumda.
Hamid beyle böylece bir daire çizip bizim otelin yanındaki meydana tekrar geldik, kendisinin ayrılması lazım, bizi arabası ile mefkezdeki meşhur meydana bırakıp vedalaşıyoruz. Bizde şehrin kalan kısmını keşfe devam ediyoruz, elimizde şehrin baritası var. Öncelıkle büyük cami???? Ve yazılanlara göre önündeki tekerlekli şey muharrem ayında süsleniyor, gençler üstüne çıkıyor ve kerbelayı anma gösterileri yapılıyor. 1hafta önce gelsek sanırım bu kutlamaların tam ortasına düşecektik, kısmet… arka sokaklarda epey yürüyoruz, artık her yer birbirine benziyor, kırmızı kerpiç evler, bomboş sokamlar sanlibir ortaçağ şehrinin sokaklarında dolaşıyorsunuz ama terk edilmiş ve film stüdyosuna dönüştürülmüşde film çek?mleri bitmiş gibi. Bir kaç kişidışında kimseyi görmeden dolaştık ve suyunne kadar kıymetli bir şey olduğunu daha bir anladık. Nadir bir kaç ağaç dışında bir yeşillik yok, zaten İsfahan dan gelen su geçen yıl ordada kuraklık olmasından dolayı kesilmiş ve büyük kriz yaşanmış, aynı bilim kurvu filmlerindeki gibi gelecekte en büyük savaşlar su yüzünden yaşanacak.
Kerpiş sokaklarda gezerken bir ekmek fırına rastladık, Hüseyin abi mutlaka ara sokaklardan ekmek alın tavsiyesinde bulunuca gördüğümüz açık fırına daldık. Pide şeklindeki ekmeklerin yanında Kocaman poşetlerde peksimetler vardı biz çok az alacağız deyince bir poşe istediğimz kadar doldurduk ve bütün ısrarlara rağmen para almayı kabul etmediler. Sunay’ın hatıra fotoğrafını çekip ayrılıyoruz.
Tekrar Emşr Çakmak camınin havuz kenarına geldik, havuza yansıyan görüntü çok güzel bizde profile yakışacak pozları burada buluyoruz. Bundan sonraki hedefimiz Zerdüşt tapınağı, uzun bir yol ve bir sürü meydan dan geçtik, elimizdeki şehir haritası ile kolayca bulduk yönümüzü, hiç bir yerde çöp yok, Cuma olduğu için çok da az insan var. Dikkatimizi çeken bir başka şey de sokaklara astıkları yardım kutuları, ülkenin her yerinde görmek mümkün ama özell?kle Zerdüşt tapınağı Ateşgede civarında her 2m de bir vardı. Tebriz de Suzan a gerçekten para atıyormu insanlar yani sistem çalışıyormu diye sordum evet dedi. Ben bizde bu tür kutuların akşam olunca nasıl talan edileceğini düşünüp bir kez daha İran halkına saygım arttı.
Sonunda Ateşgede ye vardık ama maalesef kapı duvar… giriş ücretinini alınmadığı ama bağış kabul edilen bu tapınakda 470 yıldır hiç sönmeyen ateşi görmek kısmet olmadı, demekki bir daha İran’a yolum düşerse Yezd de Cuma dışında bir gün geçirmek gerekecek. Tapınağın çevresini dolaşıp çevreyi gözlemledik, daha önce okuduğumuz notlarda bahsedildiği gibi bölgede yaşayanların ekonomik durumlarının daha iyi olduğu kanısına vardık. Iran daki baskılardan dolayı bu ianaçda olan bir çok insan Hindistan’a göç etmiş, özellikle Bombay de yaşayan Zerdüşt lerin ekonomik olarak da güçlü oldukları söyleniyor. Belki de bu kutsal ateşi de oraya taşımak zorunda kalacaklarmış.
Kısaca Zerdüştlükden bahsedersek, yanlış bir imaj olarak ateşe tapılan bir inanç olduğu düşünülsede aslında ateşe, güneşe, aydınlığa bakarak ibadet ettikleri için böyle düşünülmüş. Ateşin karanlığı önlemesidir, zira Zerdüşt inancına göre, kötülük karanlıkla özdeşleşmiştir. 3500 yıl önce İran da doğmuş bu dinin tanrısı Ahura Mazda dır, Persöimparatorluğu döneminde resmi din olarak da kabul edilmiş. ve iyilikle kötülüğün savaşıdır. Kuş adam sembolündeki kanatlar düşüncede, sözlerdeve davranışlarda saf olmayı temsil edermiş. Ülkenin her yerinde bu sembollü takı lar özellikle kolye bulmak çok kolay bizde aldık birer gümüş kolye tabii…
İran da her şehirde çok büyük caddeler ve meydanlar iyı organize edişmiş ferah yaşam alanları, bunlardan biri olan İmam Hüseyin meydanına da yürüyüp dönüşe geçtik. Yol üstünde akşam ezanı okunuyordu ve köşedeki küçük camiye giren insanların peşinden girip bakalım dedik. Bir bayan bize abdest alınan yeri gösterdi, bizde abdest alınacak yer ayakların kolay yıkacanacağı alçak yerler olur ama burada o kadar yüksektiki nasıl abdest aldıklarını çok merak ettik. Dönüş yolunu biraz karıştırınca epey yürüdük sonunda İmam camii nin daha çok uzak da olduğunu anlayıp yolda bizi görüp duran taksilerden birine bindik. Burada illa sarı taksi olması gerekmiyor, herkes taksicilik yapabiliyor. Sonnda saat 7 gibi otelimize gelip yemek yiyip dinlendik saat 10 da otavara götürecek taksimiz geldi. Saat 11 de Şiraz’a doğru yola çıktık.
30.11.2013 Cumartesi
Sabah 5.30gibi Şiraz otobüs terminaline indik, hemen taksi kuyruğunu bulduk ve geçtik sıraya. Taksiciyle fıyat pazarlığı yapmana gerek yok adresi söylüyor parayı ödeyip fişi alıyorsun. Otelimiz merkeze yakın Saeed in rezervasyonu yaptırdığı ARG otel 3 yıldızlı temiz orta halli bir otel. Sezon olmadığı için bize heöen odamızı verdiler biraz dinlenip güne başlamak için çok iyi oldu. Saat 10 gibi şehir haritasını alıp şehir merkezindeki eski çarşıya yönlendik. Hava güzel olduğu için pardesümü giymemiş dim otel görevlileri kot pantalon ve nispeten uzun gömleğin yeteceğini söylemişlerdi ama sokakadaki bakışlardan biraz rahatsız hissettiğim için dönüp Sunay’ın çok daha uzun tshirtünü giydim.
Eski Pazar oldukça büyük bir yer, bizim kapalıçarşı konseptinde ama dükkanlarda kişitli kağılar yok. Ürünlerin üzerine örttükleri bez örtü kapalı olduklarını gösteriyor, demekki bizdeki eski günlerdeki gibi bu kadarlık önlem yetiyor. Gerçi bu dükkanlarda öyle altın gümüş gibi değerli eşya değil kumaş ve baharat tarzı şeyler satan dükkanlar. 16.yy dan kalma çarşı bir kaç bömden oluşuyor, İsfahandaki kadar büyük olmasada batırı sayılır dükkan var. Alışveriş işini son güne bırakıp Vekil caminin önünden geçip Vekil hamamına girdik. Eski dönemki haliyle mankenlerle süsledikleri hamamda berberinden, oğlunu şehre inmişkwn hamama getirmiş köylü ye, kına gecesinden masajcıya kadar çok güzel canlandırdıkları biz müze yapmışlar. İlerde restorasyon çalışmasının devam etiiği köşeye gidince Türkçe de bilen çalışanlarla sohbet den de gerı kalmadık, 3 kez üstüste yeniden yapılmış tarihi ortaya çıkarmakla meşgullerdi.
Hamamdan çıkınca yine aynı bölgedeki Kerim Han kalesinin içine giriyoruz, dört kenarında kulelerin olduğu (bir kule biraz eğik duruyor) tamamı tuğladan yapılmış koruma amaçlı kale değilde Kerim Han tarafından saray olarak kullanılmış. İçerde çok güzel bie bahçe, hamam ve artık görmeye alıştığımız tam oradaki uzun havuz la alışagelinen kalelerden çok farklıydı. Bahçenin dört tarafında Kerim hana ait odaların çoğu restorasyonda olduğu için bir iki odayı görebildik.
Hava güzel ve biz yürümeyi seven iki arkadaş en uzak noktada olan İrem bağlarını görmek için epey yürüdük. Yolda gördüğümüz fırından gelen ekmek kokuları öyle çekici geldiki bizde katıldık sıraya. Üzeri susamlı ekmekleri bide gibi ince, önce alıyorsunuz sonra yandaki metal ızgara gibi yerde kesip çantanıza yerleştiriyorsunuz. Bize misafir jesti yapıp sırayı öne aldılar zaten 1tane alacağız ama susamsız geldi, meğer susamlı nın fiyatı faeklıymış, oysa biz ne dedilerse onu verdik. Neyse sıcak ekmeği yiyerek devam ettik yolumuza yaklaşık 1 saatlik yürüyüşle vardık meşhur İrem bağlarına.