Avrupa’nın bir kaç ülkesini gördüysen hepsini illa gezmeye gerek yok gibi bir düşüncem vardı ama rehberlik kursunda Roma tarihini hakkında o kadar çok şey okuyunca ve algıda seçicilik” le İtalya ya gitmek için uygun zamanı bekledim. İşlerin az olduğu Ocak ayı bana uygundu ve gidince anladımki oldukça doğru bi zamanlama yapmışım. 1 hafta boyunca gittiğim yerlerde “acaba yoğun sezonda nasıl kalabalıktır buralar” demekten kendimi alamadım.
Cuma günü 12.40 da kalkan Pegasus uçağı tam zamanında kalkınca yerel saatle 14.30 gibi Roma ya indik. Havaalnından hemen Roma pass kartını aldım. €30 luk kartı 3 gün boyunca hemen her tren ve otobüs için kullanabiliyorsunuz. En önemlisi ilk 2 müze girişi medava. İtalya da en dikkat edilmesi gereken şey bileti almak değil makinelere onu okutmak. Trene binerken sarı makinelerden okutursanız biletin geçerliliği başlıyor yoksa cezayı kesiyorlar…
Elimdeki Roma haritası ile kalacağım “freedom traveler” hostelini buldum, yer sorunu yok hemen 4 kişilik odaya yerleştim. Burası bir hostel ama temiz ve bedava internet için bilgisayar bile var, mutfak da isterseniz çay-kahve hatta makarna falan yapabileceğiniz bir mutfak da kullanıma açık. Odada koreli, Brezilyalı ve İngilterli 3 kız daha var. Onları görünce yine seyahat etmenin bir kültür olduğundan emin oluyorum. Bizde yalnız seyahat eden çok az insan var oysa özellikle Avrupa lı gençler 18 yaşından sonra ya yalnız yada 1-2 arkadaş çıkıp geziyorlar.
Üstelik $100 a aldıkları İnterrail bileti ile 1 ay boyunca başka bir yol parası ödemiyorlar.
Valizimi bırakıp hemen Roma sokaklarına atıyorum kendimi, Termini istasyonunun hemen karşısında ki Piazza Republica yani Republica meydanın nı Santa Maria Angeli kilisesini dolaşıp ilk fotolarımı çektim. Cadde ve sokakların başlarında düzenli bir şekilde sokak isimleri yazdığı için elimdeki harita ile tam olraka nerede olduğumu bütün gezi boyunca bilmek çok büyük rahatlıkdı. Nazionale caddesi boyunca yürürken “Hoso sapiens” konulu özel bir serginin de olduğu Esposizioni galerisine daha sonra gelirim diye plan yapıp devam ettim.
Cadde sonunda Trian sütünü, Emanuel II anıtı ve nın da olduğu meydana indim. Hava kararmak üzere, hava çok soğuk değil. Meydan da devam edince Colloseium ve antik merkezi alaca karanlıkda fotlarını çekip yarın ilk iş olarak buraya gelmeye karar veriyorum.
Domus meydanından da geçerek devam edip aşk çeşmesine doğru rotamı çevirdim. Oraya gitmek için en iyi yol ışıkla aydınlatılmış, meşhur markaların olduğu Corsa yolunu takip etmek oldu.
Ara sokaklardan dolaşarak “aşk çeşmesini” yani Fontana di Trevi yi buldum sonun da, öbür meydanlara göre daha küçük bir meydan ama ışıklandımra güzel ve oldukça etkileyici görünüyor. Hikaye ye göre yüzyıllar önce bir kız susuzluk çeken askerlere taa 20km uzaktan sırtında su taşıyor vs. Roma ya gelip bu çeşmeyi görüp de önünde fotoğrafı olmayan kimse yok, dolayısıyla benim de artık böyle bir fotom var.
Devam edip İspanyol merdivenleri adıyla ünlü Piazza Spagna yı da görüp aynı yoldan saat 21.30 gibi hostele döndüm.
Ertesi gün saat 9 gibi yola çıktım, metro ile Colloseium durağından inince hemen giriş kapısını görüyorsunuz. Girişde biraz sıra var ama benim Roma pass’ım olduğu için ayrı bir sıeradan hemen ücretsiz giriş yaptım. Sesli rehber de alabiliyorsunuz yada isterseniz gruba katılıp rehber den bütün hikayeyi dinleyebilirsiniz. Bu tür yerlerde rehber yada sesli rehberi tercih etmek çok mantıklı bence… Bunu rehber olduğum için söylemiyorum.